19 Şubat 2010 Cuma

şarkılar seni söyler...


Uzun zaman oldu yazmayalı, duygularım belki de köreltilmiştir diye düşünmüştüm ama şimdi yazdıkça anlıyorum ki içimde hiç bitmemiş yazma isteği… Odanın loş ışığı, çalan slow parça beni içinden çıkamayacağım yazma isteğine yöneltti. Bir an kalkıp mutfağın üzerinde uzun süredir içilmeyi bekleyen sigarayı alıp yakmak istedim, unutmuşum aslında, ben hayatında sigara kullanmış biri değilim ki … Oda da bir sessizlik oldu, hay aksi koyduğum müziğin sonuna gelmiş. Ne dinlemeli ne anlatmalı, hangi parça beni anlatır şu anda düşünmeli…
Evet buldum şimdi sırada Kazım Koyuncu’ dan “İşte Gidiyorum” parçasını çalışıyorum. Bazen bu parça gibi yaşamak istemişimdir. Sesimi kimsenin duymayacağı adım adım, yavaş yavaş ama kararlı arkama bakmadan gitmek istiyorum. Yapabilir miyim bunu. Yapma Merve sen bu kadar cesur değilsin ki. Aslında bunun cesur olmakla alakası yok, gidemez insan arkasına bakmadan, bırak yavaş adımı hızlı bir adım atamaz ki gitmeyi düşünsün. Ailesini, arkadaşlarını, yürüdüğü sokakları, alışveriş yaptığı mağazayı, ekmek aldığını fırını nasıl bırakırda gider insan… Bunu yapmak cesaret midir? Acizlik midir?
Sanırım yeni parça çalmaya başlamalıyım bu da bitti hayatta her şey bu kadar çabuk mu tükeniyor keşke her çalan parçaya müdahale edebildiğim kadar hayatıma da müdahale edebilseydim... Nasıl insan sevmediği bir parçayı kapatıp yeni bir parçayı açabiliyorsa hayatında da sevmediği bir şeyi çabucak çıkarabilmeli… Müziği istediği yerden başlatıp, istediği yerde sonlandırabildiği gibi hayatına da hükmedebilmeli… O zaman hata diye bir kavram doğar mıydı ki?
Şuan Gökhan Türkmen den “Dön” şarkısını dinlemeye başladım. Bu şarkıyı her dinlediğimde hep geçmişime dönerim. Dönmesini istediğim o kadar çok şey var ki, aslında bunlara girersem sanırım bulunduğum ruh halinden hiç çıkamayacağım. Keşke her insan cesaret edip birilerine dön diyebilse, keşke her insan dön denildiğinde her şeyi unutup dönebilse… Bu mümkün müdür ? Mümkün olsa hüzün diye bir kavram doğar mıydı ki?
Sırada ne mi var Barış Manço’dan “Unutamadım”. Ben unutmadım hiçbir şeyi belki de çok istediğim unutmayı, insan en çok sevdiklerinden aldığı darbeleri unutamıyormuş ve istese de unutulmuyormuş. Yıllar sadece bedeni değil ruhu da yaşlandırır dediklerinde inanamamıştım, şimdi kendime baktığımda bunu daha iyi anlıyorum. Keşke insan hüzünleri daha çabuk unutup, mutlulukları hep hayatlarında tutabilse.. Sadece insanlar mutlulukları hatırlasaydı. O zaman gelen mutlulukların değerini bilir miydi insan, o zaman deneyim diye bir kavram doğar mıydı ki?
Artık bitirmelisin diyorum kendi kendime… Saat geçiyor, bir gün yine bitti, geri de hüzünleri ve mutlulukları da arkasında bırakarak, bugün olan gün kendini dünün kollarına bırakıverdi… Ne kadar nankörüz işte, anı yaşamak yerine hep geçirdiğimiz, kaybettiklerimize üzülüyoruz… Yapamadıklarımızı düşünmek yerine yaptıklarımızı düşünerek bulunduğumuz ana nankörlük ediyoruz ve o gün bize ve kendine küserek dün olmak için dakikalarını sayıyor… ve biz umarsızca bunu görmemezlikten geliyoruz…
Son şarkım şuana kadar dinlediklerimden çok farklı, Belkıs Özener’in “Hayat Sevince Güzel” şarkısı… Yazıya da, geceye de artık son verme vakti geldi... Eskiden her şey ne güzelmiş, o kadar yokluğun içinde bile daha umutluymuş dedelerimiz, o kadar zorluğun içinde bile daha mutluymuş ninelerimiz… Öğrenemedik hayata güzel bakmayı ve öğrendiklerimizi uygulamayı beceremedik. Hep En kolayını seçmek yerine, en zorunu seçip “Umutsuzluk” kelimesini sözlüğümüzün ilk sayfalarına yerleştiriverdik…
Bugün dün olmak için can atıp, acımasızca geçiriyorken zamanı, en zorunu seçip hayatımızı sürdürüverdik. Şimdi tekrar tekrar soruyorum kendime “Hayat gerçekten isteyince mi güzel” ?