27 Mayıs 2010 Perşembe

Hu Hu Komşu Yaz Geldi...


İnsanoğlu yine her zaman ki nankörlüğü ile kış hakkında olumsuz konuşmaya başladı… Eee kardeşim sen de az dur çizgini belirle! Yaz olur kışın dedikodusunu yaparsın, kış olur yazınkini! Ne ayıp sana… Yakışıyor mu hiç.
Dün iş çıkışı otobüse bindiğimde, burnuma gelen, bildik ama uzun süredir ortalıkta olmayan bir koku ile kendime geldim, zamanımı uzunca bir süre o kokuyu arayarak geçirdim. Koku beni bildiğim ama bilmek istemediğim bir yere doğru sürükleyiverdi… Ve en sonunda aradığım şeye ulaştım. Yorgunluktan kendinden geçmiş, orta yaşlı, kısa kollu gömlek giymiş bir amcaya çevirdim bakışlarımı… Koltuk altından gelen ağır bir ter kokusuydu beni ona çeken… Yüzümde beliren ekşimsi ifadeyi anlatamam… Otobüs yolculuğumun bir an önce bitmesi için dua ettim. Tek korkum o amcamın boşalan
koltukta yanıma oturmasıydı.. Şükür bunu da kazasız belasız atlatmıştım.
Yaz ayının İnsanlar üzerinde bilinmeyen bir etkisi vardır… Kışın somurtan çoğu insanımız yüzlerindeki aptalca gülümseme ile güne başlarlar… Selam vermek için ağzından kerpeten ile laf aldıklarımız, güneşi gördüklerinde size 32 dişini gösteren bir sırıtma ile selam verirler… Sanırım güneş enerjisi ile çalışıyoruz!
Şimdi cevabını arayacağımız ve hepimizin söyleyecek bir şeyleri olduğunu düşündüğüm soruyu soruyorum. Yazın kendini nasıl belli eder?
Sabah uyandığınızda kuşların cıvıldaşması ile güne başlıyorsanız…
Eğer yıllardır istediğiniz aşkı bulamadıysanız ve o sabah gözlerinizde parıldayan bir ışık ile aşkı bulma ümidi yola koyuluyorsanız…
Asansöre bindiğinizde kışın yüzünüze sizi dövecekmiş gibi bakan insanları, o gün gülümseyerek görüyorsanız…
Hafta sonları gittiğiniz her parkta, her sokakta, hatta her köşe başında birbirlerine yapışık şekilde yürüyen çiftler görüyorsanız…( bu beni her yaz deli eder… Ne o öyle kardeşim azcık uzak durun birbirinizden hatta bu yaz fazlaca uzak durun, bunun kuş gribi var domuz gribi var kenesi var mazallah :) )
Kışın uzak olduğunuz arkadaşlarınızla, bu aralar daha çok görüşüyorsanız. (zaten bunu hiç anlamam, kışın sanki tüm mekanlar kapalıymış gibi. :) )
Her gittiğiniz toplulukta, “Aaa ne zaman adaya gidiyoruz” sesleri yükseliyorsa….
Siyaset gibi derin konulara girdiğiniz bir anda bile birileri duyduğu bir diyeti o an sizinle paylaşıyorsa….
Gazeteyi açtığınızda yaza sıkı girmenin formülleri ile ilgili başlıklar okuyorsanız….
Ebru Şallı’yı ekranlarda daha çok görüyorsanız…
Kimin eli kimin cebinde haberlerini şıkça izliyorsanız…
Kışın, evinize renk katan, gündem olan çoğu diziler sezon sonunu getiriyorsa…
Dışarıda atletle gezen insanları görüyorsanız…
Evinizin her köşesinde düğün,sünnet gibi davetiyeler buluyorsanız…
Buldukları her köşede halı yıkayan kadınlarımız ile karşılaşıyorsanız…
Her gittiğiniz mekanda yaza dair şarkılar çalıyorsa….
Bodrum, Antalya gibi tatil yörelerimizde üstsüz insanların çoğaldığını duyuyorsanız…
Evet!
Bildiniz…
Korkmanıza gerek yok.
Yaz mevsimine girmiş bulunuyorsunuz…

Hepimize hayırlı uğurlu olsun….

Önden Bayanlar Lütfen…

4 Mayıs 2010 Salı

Bir Babayı Anlatmak



Babacığım Babalar Günün Kutlu olsun...16 yıldır sensiz geçiyor babalar günü...İçim acıyor ve ben susuyorum bugün...
Seni Seven Minik Kızın...



Ben babamı hiç birilerine anlatmayı düşünmemiştim.

Neler söyleyebilirdim ki onun hakkında... Tüm harfleri toplayıp yeni kelimeler üretmek, tüm kelimeleri toplayıp yeni bir hikaye yazmak kadar zormuş bir babayı anlatmak.

Gözlerimi açtığımda, yani kendimi ve dünyayı tanımaya başladığımda benim ellerimden büyük iki elle tanıştım. Ama bir o kadar da sıcak iki el. Ben bu dünyadan onun varlığı sayesinde korkmamıştım. Herkesin bir Superman'i vardır ya, benim de ceketini pelerin gibi kullanan bir Superman'im vardı.

Di'li geçmiş zaman kullanıyorum farkındayım ama ben sadece babamı 9 yaşına kadar tanıyabildim. Kimine göre çok uzun bir zaman gibi gelebilir ama 9 yıl sadece babanızı görmek, babanızı anlamak, iki satırlık yazıyı bir anda okumak kadar kısa sürüyormuş. Ama bu 9 yıl içinde çok şey öğrendim ondan.

Hayatın hiç bir zaman benim istediğim gibi gitmeyeceğini anlattı babam bana.

Masallarda anlattığı kurtla, kuzuların gerçek hayatımızda iyiler ve kötüler olduğunu öğretmeye çalıştı çoğu zaman...

İstediğim bir şey olmadığında, gözyaşları dökerek zaman kaybetmek yerine ulaşmam gerektiğini gösterdi hiç bıkmadan usanmadan.

O benim belki de ilk ve tek aşık olduğum adamdı. Hayatın onu hiç bu kadar canımı acıtacağını düşünmediğim bir günde aldı benden.

Çocuk yaşta büyümenin ne demek olduğunu bilir misiniz? Arkadaşlarınız evcilik oynarken siz kapıda gelmeyeceğini bile bile babanızı günlerce beklediğiniz oldu mu? Benim çok oldu. Onun kullandığı arabanın benzerini gördüğümde belki içindeki babamdır diye o arabanın peşinden koştuğum kadar çok oldu bekleyişlerim. Çok isterdim o sıcacık gülümsemesi ile evimizde hiç bitmeyen mutluluğu tekrar yaşamayı. Yine o haklıydı aslında hayat hiç bir zaman bizim istediğimiz gibi gitmiyordu.

Bize veda ettiği günü dün gibi hatırlarım, yine çok şey öğrenmiştim ondan. Bir yağmurlu günde toprağa verdik onu. Ne çok seveni varmış babamın diye düşündüm o gün, bulunduğumuz cami taşmıştı. Herkes sevgiyle anıyordu onu. Çok sevdiği bir dostu kaleme almıştı cenazeden sonra yaşadıklarını; "Ben sadece ünlü ve politikacıların cenazelerinin çok kalabalık olduğunu sanırdım, yağmura rağmen dışarılardaydı insanlar" diye. O gün bize veda ederken bir Superman'in uçuşunu izledim çocuk yaşta döktüğüm gözyaşları ile...

Şimdi 25 yaşındayım, hala babamı tanıyanlar sevgi ile bahsediyor ondan. Ne kadar şanslıyım diyorum. 7 den 70'e herkesin sevgisini kazanan kaç kişi var ki bu hayatta.

Şimdi dönüp geçmişime baktığımda hep öğrettiklerini hatırlıyorum, hatta onun öğrettiklerini uygulayarak yaşıyorum. Bana bıraktığı en güzel miras bu olsa gerek.

Keşke hayat şu girdiğimiz aydaki gibi dönüp bize bugüne kadar size yaptıklarımın hepsi 1 Nisan şakasıydı diye "ceee" yapsa... Hiç fena olmazdı değil mi?



02.04.2010 tarihinde Hürriyet / Ayşe Aral a yazdığım yazı

Masal...


Bir fısıltı geldi kulağıma, alıyorum tüm umutsuzluklarımı yanıma, sesin kulağımda yankılanırken, gidiyorum çok uzaklara…hayata kapattım kendimi, perdeyi çektim tüm sonsuzluğuma... özlemeyi, sevmeyi, gülmeyi tüm duyguları bir dolaba koydum, üzerine asma kilitler taktım açmak için kimseler uğraşmasın diye..

İnsan yıkılır mı hiç yıkılırmış elbet izle beni bir filmi izler gibi, bir kitabı okur gibi, bir masalı dinler gibi…işte bende hayatımı film gibi yaşıyorum diyorum ya bak izle neler göreceksin o filmde, içinde korkular, yaşanmış gerilimler umutsuz bekleyişler, hatta ağlanacak halime gülünecek komediler….

Hani derler ya hayatımı yazsam roman olurmuş diye.. benim de o hesap tamam filmler kadar eğlenceli değili okurken bazen sıkılıyor insani sevmediğin bir politikacıyı dinler gibi bazen devam etmek bile istemiyor okuyan ama sonuna gelince tekrar okumak istiyor insan…

Bir masalı bitirdim. Benim masalımda kırmızı başlıklı kızlar yalan söyleyen Pinokyolar vardı.. hatta uyuyan güzel bile var. Ne anlatırlardı kırmızı başlıklı kız da, iyi kızımız ormanda yürürken ninesine yemek götürmeye çalışıyordu ve kötü kalpli kurt onu kandırmıştı. Şimdi sormalı insan kırmızı başlıklı kızın iyilik yapmaktan başka ne amacı vardı? En başkahramanı Pinokyolardı bizim masalımızda, o kadar gerçek dışı değildi, kimsenin burnu uzamıyordu yalan söyleyince, kimse belli etmiyordu yalan sözlerini anlamak için kendini, ya bir dedektif olmak gerekirdi ya da onun itirafını beklemek…zor ama gerçek…

Dürüstlük para eder mi bu devirde? Etmiyormuş.. bunu anladım yaşadıklarımla, dürüstsen acı çekersin, yalancıysan itibar görürsün, zor değilmiş bunu anlamak, zor değilmiş bunu yaşamak…

Benim filmim acı sonla bitti... bu sefer zengin oğlan, fakir kız kazanmadı sonunda. Masalın sonunda kahraman kurt oldu.. kırmızı başlıklı kız da en kötüsü… Kitap acı sonla sayfalarını bitirdi okuyan üzüldü, arada ağladı ama kimsenin elinden bir şey gelmedi.

Yürüyorum sokaklarda her attığım adımda yeni bir umutsuzluk çöküyor içime. Sanki herkes üzerime geliyor. Sanki herkes bana bir şeyler anlatıyor, artık durun diyorum, durun dayanmıyor bu yürek…tamam pes ediyorum yeter bitsin bu oyun dayanamıyorum.

Korkular taşıyorum kırılan bir kalbin yanında, sebepsiz gidişlerin tam ortasında, sesim çıksa avazım çıktığı kadar bağırsam bütün dünyaya… kim duyacak benii kim duyacak da anlayacak kim hissettiklerimi hissedecek… Sen hissetmedikten sonra…

Bir isyan değil benimkisi sadece yaşadıklarımın özeti biliyorum bunu da anlamayacaksın..yine beni benle bırakacaksın…Sanırım alıştım ama umudumu kaybetmedim, elbet bir gün kırmızı başlıklı kız da kazanacak benim masalım da…

Haykırış


Off yine gece oldu, çekilmiyor yine zaman, akıp gitmiyor akrep ile yelkovan...

Gidenin ardından bakmak en zor olanı giden sen olsan dokunmaz içine oturmaz acısı bu kadar... Ama giden sevdiğin biriyse ve sen kendinle baş başasındır.. o an dünya durur, etrafında nelerin olup bittiği umurumda bile değildir, zaten hayat o an bitmiştir... Tüm güzellikler yok olur gözünde hep olumsuzluklar sarar etrafını, görmek istesen de izin vermez, kalbindeki sancı…

Yoruldum artık beklemekten her bekleyiş arkası yeni bir umutsuzluk getiriyor yanında... Bir hapishanedeyim sanki çıkmak istesem bırakmıyorlar beni, sonsuzluğa mahkum etmişler gibi.

Burada ne gecem var ne gündüzüm, güneşin doğuşunu bile özler oldum, pencereme doğmayalı çok uzun yıllar oldu…

Hatıralara bakarak geçiriyorum tüm yıllarımı, omzumda bir izin elimde bir fotoğrafın ile..göz yaşlarım üzerine damlarken eskittim elimde tuttuğum tüm fotoğraflarını…

Bir yanlış beraberinde bir çok doğruyu götürür, bizim doğrularımız kaldırmadı bir yanlışı…

Kapı çaldıi sen belirdin karşımdai bir özlemle sarıldım sımsıkıi bırakmamacasına gitme desem kalabilir miydin yıllar boyunca yanımda…sonra bir anda ellerimden kayıp gittini tutamadım gidişinii durduramadım kayboluşunu.

Taşıyamıyorum verilen yüküi çok ağır kaldıramıyorum. Allah insana taşıyamayacağı yük vermezmiş ya.. ben neden taşıyamadım ki bu yükü…

Herkes elini uzatsa ne yazar. sen uzatmadıktan sonra... Her seçim bir kaybediştir, kaybetmek en acısı bu hayatta… Yaşam, insanlara bazen ne zor seçimler dayatıyor, sonunda kaybetmek pahasına olsa da…

Sonu yok haykırışlarım. En kolayını seçmek gerek demek ki gitmek gerek bazen, gözyaşının izin verdiği kadar uzağa…